Farkındalık ve Zihinsel Tutarlılık

alt meeyi
Farkındalık
Herkesin dilinde pelesenk olmuş bir “Farkındalık” furyasıdır gidiyor. “Kendinizin farkında olun”, “Duygularınızın farkında olun”, “Etkinizin farkında olun” vs vs… İyi de ol deyince oluyor mu? Ya da nasıl bir şeydir bu fark edebilme hali? Yukarıdaki cümleleri eğitimlerinde, iş hayatında ya da yazılarında kullanan kişi acaba dediğini aktarabilip/bilmediğini fark etmekte midir ki?
 
Farkındalık ile ilgili yazma ihtiyacımı tetikleyen şey aslında birçoğumuzun başına gelen gündelik bir kafa karışıklığı; bir anne ve herhangi bir anne gibi çocuğunu sağlıklı beslemek adına her hafta 4 km ötedeki organik pazara gidip sadece çocuğun yediği sebzeyi/meyveyi satın almaktadır, ailenin diğer yetişkinleri genellikle dışarıdan siparişler ya da hazır gıda ile beslenirken, bir yandan da çocuk dilediğince abur cubur yeme ve her öğün bir bardak kola içebilme hakkına sahipken… Yapabildiği bu, yapmak istediği başka bir şey ve tüm bunlar onun yaşadığı anı baskılamakta ve sonucunda eylemin hedefine ulaşamamanın tatminsizliğini yaşamakta. Sonuncu kısmı nereden mi biliyorum? Hala durumdan şikayetçi, ne yapsam olmuyor diye serzenişte.
Bilişsel uyumsuzluk teorisine göre beynimiz basitçe insan eylemi ile düşüncesinin çelişmesini bertaraf etmeye programlıdır.
Aksi bir durum benliğimize inancımızı yıpratır. Bahsi geçen “farkında olma” eylemlerimizle zihnimizdeki algının/düşüncenin arasındaki deltanın farkında olmaktır. Bu noktada yaşanan fark büyüdükçe, bu tutarsızlıklar benliğimizi rahatsız eder, mutluluğu bastırır. Dört kilometre öteye gidip pazar alışverişi yapmak hakikaten yorucu bir efor ve bunu yaparken kafanızda çocuğunuzu sağlıklı beslenmek varsa ve günlük hayatınızdaki diğer yaptıklarınız bu sonucu desteklemek yerine baltalıyorsa bu gerçekten sadece bedeni yormakla kalmaz zihni de üzer. Verimsiz ve sonuç elde edilemeyen bir eforu ortaya koyarken ki isteksizlik hayatın her alanına sirayet etmeye başlar. Demek istediğim kesinlikle organik beslenmenin hazır gıdaya göre daha sağlıklı olduğu değil. Bu bugünün iddiası ve 30 yıl sonra geçerli olup olmayacağını bilmiyorum.
 
Burada söylemek istediğim tek şey zihinsel tutarlılık. Yaptığımız ile düşündüğümüz arasındaki farkı bilerek fark edemezsek o zaman nasıl olur da kendimizin farkında oluruz? Zihnimiz ve onun algıladıkları hayatımıza bakış açımızdır. Beden algımızı ve tüm çevreyi zihnimiz aracılığı ile biliriz. Oysaki bedenimizin gerçekleştirdiği eylemler, zihnimizde yer alan algıdan farklı olduğunda, bu tutarsızlık yaşam akıp giderken sonuç getirmeyen yorucu ve tam da bu sebeple tatmin etmeyen edinimlerle bizi mutsuz edecektir. Farkındalık işte tam bu noktada mutsuzluğumuzu etkiliyor.

Zihnimizdeki algı ile tutarlı davranışlar ortaya koyduğumuzda zihnimizi doyurabilir, onu tatmin edebilir ve böylece huzurlu ve dingin kılabiliriz. Bu durumda eğer sergilediğimiz davranış veya tutum eğer bizim için sürdürülebilir olansa buna kendimizi ikna etmek ve zihnimizdeki algıyı değiştirmek de bir çözüm olabilir. Demem o ki benim bu yazıyı yazmama vesile olan annenin illa da organik beslenme için kendini hırpalamasına gerek yok eğer bu sürdürülebilir değilse. Mutlu olmak için sürdürülebilir tutarlılığı izlemektir, farkında olma durumu. Yoksa sadece tespit etmek ya da genel geçer kabul görmüş çözümleri duruma göre uygulamak bünyedeki stresi çözmeye yetmeyecektir. Hem ayrıca neyin doğru olduğunu kim bilebilir ki?
 
Öncelik neye inandığımızı kendimize itiraf etmekten geçiyor ve sonra bizim için sürdürülebilir olanı netleştirmekten. Ve bu seçimi sürdürebilir kılmak işte farkında olmaya devam etmek galiba bu benim için. Eylemlerimiz ve zihnimizde olanın uyumu bu anın uyumunu sağlıyor ve kendime inancımızı perçinliyor. Ve bunu fark edebildiğimizde karar vermek kolaylaşıyor.